Su'dur en iyi deterjan
suyu bile beyazlatan

Turgut UYAR

29 Ocak 2012 Pazar

SOYTARININ SUFLESİ'NDEN;

Ey gününe gün katan pespaye kontesler;
Ey şatafatı sedirde arayan andavallı zilliler;
Paranın ve mavranın ennn kralına iman eden müsveddeler;
Bi saniyecik duruverin;
Bi dinleyin;
Bi kulak verin kevaşeler...
Yer; bi yer
Zaman; bi zaman
Oynayanlar; makama aşina tüm köçekler...

2011

27 Ocak 2012 Cuma


Hep ölmeyecek sandığım hayatları kurup, öyle üzüldüğümdür bu zamansız üşüyüşlere sebep, ki hep üşümek değilmidir ölüm dedikleri şarkının makamı.Hep olmayacak hayalleri derip çatıp, öyle düzüldüğümdendir yola bu düşüşlere sebep.Olmayacak hayaller;
Tertemiz bir dünya, bembeyaz sokaklar masmavi gökyüzü, dedimya olmayacak, dünya kirli kalacak, sokaklar gri, gök siyah, olan hayale olacak... Olmayacak hayaller; masum bir sevda, yakıcı bir buz, konuşmadan anlaşılan bakışlar, dedimdi demincek olmayacak, sevdalar ikiyüzlü, üç yüzlü üç binyüzlü, alevler artık el yakmıyor, konuşsak bile anlaşılmıyor, hatta o kadar çok konuşuyoruz ki gürültünün adını sessizlik koyuyor türk dil kıyımı... Olmayacak hayaller; huzurlu bir yatak, telaşsız bir sabah, dingin bir sahil, ol ma ya cak... Yataklar yumuşacık o kaddar rahat ki; rahattan uyku tutmuyor, sabahlar alel acele kahvaltı fıkraların yeni adı, denizlerdeyse hep fırtına...
Hep olmayacak hayyaller peşinde düşlerim tahriş, olmadıkca acıyor acıdıkça yeni düşlere saklanıp yeni acıları kucaklıyorum, her sarılmam yeni bir tat acı... Kır kalemi hocaaa, kurma hayal mayal o zaman! O zaman da neyi kucaklayacak bu kollar? Yollar desen; düş demeden düşlemeden hangi yola çıkılır ki? Hangi yola çıksam ki virajlarında savrulmadan son sürat yolalsam... Hangi? Yola düşeyim ki? Ben en iyisi az daha üşüyüm... Kış önümüz kış... Herşeyin bittiği yerdeyim dedi rahatsız yatağının üstünde acıdan kıvranan adam; -herşeyin bittiği yerdeyim ve artık bu cadde trafiğe kapanmak üzere, yollarda yürümeler, yolalmalar, yollanmalar, yoldan çıkmalarla dolu dolu yaşadım düne kadar her yaşamımı, onlarca belki binlerce ömür tükettim kelebek ömrüyle, ne demiş üstat; hamdım piştim, yanmaklardayım artık. Yangınlarım, yanılgılarım, yangında yokolanlarım, hepsini koyup keseme düşmekteyim yokluğun yoluna ömrümde son kez. Eyvallah şarkısı çınlıyor kulaklarımda; eyvallah dünya giderken son sözüm olsun ki.. Diyerek soluğunu son kez savurdu boşluğa adam, son sözünü beklerken, son sesi sesizlik oldu. Geride kalanları aktarmak ve külleri savurmakta bendeniz söz sözleyiciye kaldı; elimde sayfaları buruş buruş bir defter, bana kaldı kelimeleri söze dökmek, adamın son sözünü beklemek, bekletmek bana kaldı...
Üfürükten Tayyare
2007-ANKARA

25 Ocak 2012 Çarşamba

KONMAYI KAYBEDEN KIRLANGICIN MASALI


Eskiden, çok eski zamanlarda Anadoluyu kasıp kavuran bir fırtına yaşanmış.
Bir kırlangıç sürüsü bu fırtınaya havada yakalanmış ve o kargaşada birbirlerini
kaybetmiş. Bizim masalımızın kahramanı olan kırlangıçta yalnız başına kaldıktan
sonra bi süre daha rüzgarla birlikte sürüklenmiş sürüklenmiş ve ileride
hayal meyal seçebildiği bir evin saçaklarının altına sığınarak fırtınadan korunmaya
çalışmış. Fırtına dindikten bir zaman sonra Kırlangıç uyuyakaldığı saçaktan
çıkmış ve çevresini incelemeye başlamış, burası şehir dışında, insanların yaşamlarından
uzak kendi halinde bir çiftlik eviymiş. Fırtına ifade edilemeyecek bir dağınıklığa
 yol açmıştı.Ağaçların dalları kırılmış, havadan
yere çeşitli çerler ve çöpler dökülmüş,
yeryüzünde düzenli olan her şey sanki fırtına
isimli bir kürekle yerlerinden alınıp alt üst
edilmiş ve altta olan her şey üste üstte olan
her şeyse alta geçmiş. Kırlangıcımızın
dikkatini küçük bir kız çocuğu çekmiş.
Küçük kız boncuk gözleri ve kıvır kıvır
saçlarıyla camdan  dolu dolu bakmakta
ve  karşısında gördüğü dağınıklığın
resmini çizmekteymiş.
Merakını yenemeyen kırlangıç pencereye iyice yaklaşarak kızın elindeki resime
şöyle bir bakmış ve bakar bakmaz içine sıcacık, umutlu bir şeyler aktığını
hissetmiş. Kırlangıcımız o an küçük kıza tanımlanamaz bir duygu, bir yakınlık duymuş,
daha önce böyle bir şey hissetmediği için bu hissin adını bilememiş, ama bu duygu
bizim sevgi dediğimiz duygudan başkada bir şey değilmiş. Kırlangıcımız uzunca
 bir süre kıza kendini fark ettirmeden resmi seyretmiş ve dayanamayarak
içindeki hayranlığı kızada belli etmek için derin bir “cik” demiş... Kuşun sesini
duyan kız çocuğu pencereyi açarak kuşu avuçlarının içine almış ve “efendim” diyerek
kuşla konuşmaya başlamış. Kırlangıçta kısaca başından geçenleri anlattıktan
sonra kıza resminin ne kadar harika olduğunu söylemiş ve “nasıl oluyor da
senin gibi bir küçük kız böyle “neredeyse” gerçek bir resimi çizebiliyor?” diye
sormuş. Kız da cevaplamış “benim resimlerim neredeyse gerçek değil tamamen gerçektir.
Çünkü benim gördüklerimi çıkıp yaşayacak, içinde dolaşacak gördüklerimin
bir parçası olacak halim bile yok, değil halim...” Diye konuşurken kırlangıç kızın
tekerlekli sandalyede oturduğunu ve bacaklarının bedeninin taşıyamayacak
kadar minik olduğunu fark etmiş ve kızı sustururarak dolu dolu gözlerle eklemiş.
“Evet seni anladım, sen yaşayamadığın gerçekleri çiziyorsun, yaşayamayıp
yaşamak istediklerini, hatta yaşama şansın olsa bile yaşamak istemeyeceklerini
mesela fırtınayı bile özgürce çizebiliyorsun, seni anlıyorum”.
O günden itibaren küçük kız çocuğuyla kırlangıcın yüreklerinde derin ve köklü
bir sevgi yeşermeye başlamış. İki kaynaktan beslenen kocaman bir sevgi
deresi olmuş yaşamları. Kırlangıç; çizemediği resimleri çizen kızın resimleriyle
yeni bir dünyayı tanıyor, kız ise kırlangıcın ayakları ve kanatları sayesinde
dünyanın görmediği yerlerinin bile tam tariflerini alarak muhteşem resimlerle
ufkunu genişletiyormuş. Sanki iki ressamlı birer resim haline geliyormuş kırlangıcın
anlatıp kızın çizdiği resimler. Sonra bir gün yaptıkları bir resmi gören iyi yürekli
 bir melek kırlangıcın rüyasına girerek kırlangıçla sohbet etmeye başlamış.

-Sevgili kırlangıç, kız ile sevginize ve sevginizin meyvelerine herkes hayran kalıyor,
 bende bu mucizeye karşı bir melek olarak duyarsız kalamazdım. Şimdi sana önemli
bir soru sormak istiyorum. Küçük kız için neyini feda edebilirsin?

Kırlangıç bir süre düşündükten sonra tereddüt bile eklemeden cevaplamış;

     -Ayaklarımı...

Melek; “ama” demiş “ama bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi? Eğer
 ayaklarını feda edersen bundan sonra hiçbir zaman yeryüzüne konamayacaksın,
bunun farkındasın değil mi? “

Kırlangıç “evet” demiş, “evet farkındayım ama sevgimden daha değerli değil ayaklarım...”

Ertesi sabah ikisi içinde farklı bir günün habercisi olmuş doğan güneş. Kız yatakta
şöyle bir gerindikten sonra bacaklarına takılmış gözleri çünkü eski cılız bacakları
 gitmiş yerine dolgun ve görevini tam anlamıyla yapabilecek güçlü iki bacak gelmiş.
İlkönce şaşırmış ardından da hemen ayağa kalkmak için harekete geçmiş ve hiçbir
zorlukla karşılaşmadan ayakta durabilmiş. O sırada uyanan kırlangıç sabahın ilk
uçuşu için hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz havalanmış ve havada süzülürken
birden bacaklarını fark etmiş, incecik bacaklarını ve o an düşünün gerçek
olduğunu anlayarak kızı görmek için evin camına doğru süzülmüş. Kız da tam o
sırada onu camda beklemekteymiş, hem de ayakta! Kız evin dışına çiftliğin
bahçesine çıkarak neşeyle dansetmeye başlamış, kırlangıç ise aynı heyecanla
kızın başının üstünde neşeli daireler çizmekteymiş.


Bir süre sevinçle kızın yürüyüşünü kutladıktan sonra ikisi de neşeyle dünyanın
tanımadıkları köşelerini tanımak amacıyla çantalarını hazırlayıp doğuya
 doğru yola çıkmışlar. Kız yürümüş,, kırlangıç havada süzülmüş ve en gerçek
resimlerin bile üstünde bir güzellikle dünyanın en güzel resimlerini yapmışlar,
ve dünyanın renkliye boyanmamış yerlerini sevgileriyle boyamaya devam etmişler.
Sonsuza dek...




2005- Ankara
Üfürükten Tayyare

24 Ocak 2012 Salı

AŞK YA DA

                                                                         can babaya
Toprağın dudağına kondurduğum
Küfürlü birer öpücüktü tüm imgelerim

Ben öptüm türküsü söylerken
Onlar öldüğümü dinledi

Oysa;

Ölüm gibi şiirler yazmaktı niyetim
Bilemedim
Şiir gibi öldüğümü.
                                                                          Üfürükten Tayyare  
                                                                            1999- İzmit

YAZMASAM

“Yazmassam yaşayamam!” diye başladı hayat.
Okumassam olamam, eksik hayatlarda ekşi kokar düşlerim.
Ellerim; ellerim kirli kalır..
Kamburuna kıvrıla kıvrıla yürüdü;
Sokağın başına çeyrek kala
                         şöyle bir kolaçan edip arkayı;

Tozu dumana kata kata;
Yayadan fırlayan ok gibi;
Aydan fırlayan ışşık gibi koştu;

Koştu;

Koştu;

Ufuğa vardığında kamburunu bırakıp göz görür meydanlara;
Fermuarını kapadı gökyüzüyle denizin;

Ardından
Gitti;

Yitti;

Üçüncü sayfa haberleri es geçti,
Haber bültenleri;
Uğur Dündarları hepp es geçti

“Çağın en büyük hırsızlığını”

Bi tek;
"seksek oynayan  kız" yadırgadı
adamın çuvalından sarkan iğde dallarını.

Ki o sonbahar;
Baharların enn sonuncusuydu
                                                                                         Üfürükten Tayyare 03/10/2011

ŞEB_İ ARUZ

Kıyamet denli uzaktı
O kadar yakın şimdi
Sesin tene
Tenin tene
Tenin sese dokunuşundan öte
Ruhun;
Ruhum;
Gökyüzü

                Gide gele oluruz
                Döne dura
                Nefret aşka!..

Nefret aşka can cana bulaşır ya yıkılır sema
Yıkanır ruhun;
ruhum;
gökyüzü...

Ceset kadar sıcaktı
O kadar soğuk şimdi
Gözün tene
Tenin tene
Tenin göze dokunuşundan öte

-ötemde ötende ne varsa hepsinden öte-

                Kala kala oluruz
                Susa baka
                Nefret aşka!

Nefret aşktan can candan süzülür ya kurulur dünya
Kirlenir ruhun;
ruhum;
yeryüzü...

üfürükten tayyare
25.09.2004

KEDERLİ PALAMUT



 
Akşamcı balıklar meyhanesi
Masada kederli palamut
Bir rakı
Bir cıgara

Dumanlı palamut
Hüzünlü denizbeyi

Sudan çıkmış ya gözleri nemli

Değil sevda
Değil mazi
Değil babadan kalma arazi
Sebebi hüznünün

Buğulu amcanın tek derdi

Reankarnasyon öncesi insan halleri...

Üfürükten Tayyare
2002 Antalya

23 Ocak 2012 Pazartesi

ŞİMAL



Anlatmaya değil
Sade anlamaya...
Kulaklarımı,
Parmakuçlarıma dokunan poyrazı,
Hatırlıyorum.
Soluduğum beton seslerinin
Lanet ve sürekli bir su damlasını.

Çürümüş bir sedeftaşı kadar
-ancak o kadar hatırlıyorum-
Yaşadığımı hatırlıyorum
: Ki yaşadığım;
Ölememenin bilinmez,
Olamamanın net varlığı...

Sedef;
Damlalarca çürüyen
Mutlak;
Bulanan çukur aynanın odağında

Beton,
Kükürt,
Kan;
Doğadan doğru intikam
Ve nergis kokulu hiç
-Bulantı bu-

Demin seslendim kendime
Ya da bilmiyorum ne zamandı
Ama demin işte
Seslendim kendime
‘Hiçbir’ yerimden binlerce ses geldi
‘Ellerimden’
İnledi sol serçe parmağım
Sonra benim
Etimin ve kemiğimin
Ve milyonlarca hücremin
Dişlerimin
Mazimin
Tüm kirli elbiselerini giyinen parmak
Büyüdü, büyüdü, büyüdü...

Acı ezgi
Barok çığlık
Buz heykel
Ölü eflatun du
Kaldı...

Koca sessizlik
Feryat figan yok
Alelade hiç
Nevroz tebessüm dü
Kaldı...

Yağmalanan yeşile
Suyundan kamyon kamyon çalınan denize
Kumdan yapılma saraylara
Entegre ve devrelerden kurulu düzene
Elektroniğe
Bilgi işleme
Toplam kaliteye
İnledi...
-makineler duymaz-
Kimse duymadı


Bir zaman sonra
Ya da bilmiyorum ne zamandı
Ama bi zaman sonra
Sade bir parmak olmuştum
Tek parmak olmuştum

Ölüyorum diye geçti aklımdan
Ki ölüm
Diyetidir kurmaca dünyaların
-bilmiyorum ya bilseydim;
alkol kokulu esrik bir gülümseyiştir
ölüm-

Güle güleydim artık
El vedaydım;

Beton
Kükürt
Kan
Sarı papatyalar
Asabi deniz
Kokarken
son
sol
çocukl                                                                                     uğum...
            ...
                  ...
                             ...
                                       ...

üfürükten tayyare
1999-izmit











DİRİK DÜZENLİK


Büyyük bir şehrin
Kozmopolit kırsalında
İnsan dedektörüm kırıldı

Ya hiç adam kalmadı abi
Ya da makinemin bip’i bozuldu”


Kendini Titanik sanan eski bir feribotun
Camından izlemekteyim
Haberlere geçmeyecek bir geminin batışını
Su sızıyor
Su sızıyor
Su sızıyor…


Başkasına ölmüş bir hayaleti hayal ederek
Bilincim becerilmekte binlerce
Asla olmayacak düşlerle.

O düşler ki;

Dudaklar,

Ya da
Elma kurdunun en büyük kabusu

Yolculuklar,

Ya da
Tırtılları ezen postallar…


Birinin sevabıyla bir kibrit daha yanıyor cehennemde
Birinin gülümsemesi
Başka birinin kabalarına toplu iğne sokuyor…

Dünyanın düzeni bu abi
Düzenlice düzülüyoruz”



Kelime oyunlarına sığınan şiirleri
Aşk sanan acemi bi genç kızım
Beni ağlatanlar
Beni anlatan oluyor sonunda

Sadri
Alışık böyle şeylere
Ama;
Ama Bennnn kaldıramıyorum…


Peki” diyorum
bir yangın daha düşüyor yere
Alnında kurşun yarasıyla…

Şairler öldükçe abi
Sanki şiirler daha da güzelleşiyor”


Düzyazıyı yücelten düzlüklere kuruluyor artık şehirler
Uyakların ayakları
Alışveriş merkezlerinin cilalı zemininde
Kayıp!
Düşüyor…

Hem zaten ayyıp bu aralar böyle incelikler
Bu kriz ortamında
malum;
Kömür dağıtangillerin iktidarı”
Sobaya kaç şair atarsak atalım
Aşk
Hala üşüyor…




Gökdelenler gökyüzüne soktukça kafalarını

Lirik Yitiyor;

Düzyazı yıkadıkça ellerini şiirin kanıyla

Dirik Gidiyor!                                                                                              üfürükten tayyare 29/11/2008

21 Ocak 2012 Cumartesi

EN-EL MASİVA



...durmaktaydı
yürüdü...

İlk çakıltaşı batmıştı ayağına
-dursaydı acımazdı-

Gözleri, sesi, bedeni
Yani elleri
vardı
ve hep vardı

-öylesine güçlü bir çağrıydı ki
yokoluş,
dokunasıya kapıldı bu istence-

gök; çakıltaşı yağmuruydu artık
-durmaktaydı tanrı-

İnsandı;
dokundu insana
acıyı yarattı...
durmaktaydı...


2003 üfürükten tayyare

20 Ocak 2012 Cuma

KİBRİTÇİ KIZ


Sanmanın o zehirli elmasını ısırdı kalem
Dünyaya sürüldü şiir…

Ey zeytinin inceliği
Ey sokakların en çişli köşeleri

Buzdan bir zerafetle izlemektesiniz…
“İnsan” belgeselinin kısa metraj çekimini

Ve siz
Küçük hanımlarrrr
Mahallelerinizde çamaşır sererken

Ve
Beyefendiler
Ellerken gözlerinizle güzel kalçaları

Masalları piç ediyor tekeller…

Düşler nadasa yatıyor
Dünyanın yörüngesi darmadağın

Kibritçi kız buzdan koltuğunda
Sığındıkça çerlerin ve çöplerin sıcağına
Vasati kırk gün kırk gece daha
Yaşıyor

Masallar kelebek ömrü
Son çöple intihar düşü
Tabanca olup dayanıyor şakağına

Kelimenin en sığ anlamıyla
Hayattttt
Ölüyor…

Basit soruların peşinde yokoluyor dakikalar
Ufak tereddütlerse yön veriyor yaşama

sıratla ipatlayan
dünyayı misket sanan
alelade herkes gibi yaşayan yani
Herkes gibi kendini bir masal kahramanı sanan insan

Bir doğuyor
Bir düşüyor



Mavinin her gülümsemesiyle
kıvılcımlar sararken samanlığı

Her yüz çeviriş
Bir intihar oluyor…

Sürüyor saltanatın sefahatı
Padişah buyurdukça
Mehteran
vuruyor

Masaldan kız çocuğu...
D………………üşüyor


İki ileri bir geri

Sevmenin tüm halleri
Dünyanın tüm şehirleri
Gelmişleri
Ve gelicek tüm ezgileri

Kırkbirinci çöp niyetine
Kendini yakmaya çalışan kıza

Ağlıyor…


-Su söndürürse yangını-
Ateş bile yitirse anlamını
Bu histerik titreyiş
-ki aşka yorar bazı bilim adamları-



Dünyaları tekrar kuruyor…
20/12/2008

“DÜŞ’ÜŞ ÜÇLEMESİ”

I- BİR MASAL NASIL YAZILIR!



Karıma, kızıma, anneme
Alabildiğine kanat çırpma düşü
Şu benim kördüğüm...


Çağına utanan çocuklardandı masal,
Olmasaydım da olurdumlardan;
-Artık gülümsüyor-

Senelerden “güz” diyelim biz bu mevsime
Anlamlardan “giz”
Çiçeklerden “nergis” masalın gözlerine...

Gülkurusu düşler kuşanıp giderdi meyhaneye,
Eskiden giderdi meyhaneye...
Masal bilmez bunları... Nerden bilsin..... Zaten bilmesin daha iyi.....

Kuşlar aşık olur, insanlar kanatlarını yolardı.
Çiçekler kokar, insanlar burunlarını kapardı,
Şiirin bahis çağında...

Saat; Şimdi.
Ders; Bir masal nasıl yazılır?

İlkönce
Gerçeklerin uzunca kaynatılması gerekir
Düş kurularının buhar olması...

Demliğin dibinde kalan tortu...
Hafifçe kazınarak çakıyla
Bir cezveye konulmalı...

Damak zevkine göre
Düş parçacıkları serpilip cezveye
Kısık ateşte kaynamaya durmalı...

Masalın yanık dibi
Öksüz çocuklara muhallebi


Aşçının tavsiyesi:
“aşk en güzel baharatıdır edebiyatın
itina ile kullanılmalı”

Köpük köpük kaynayan masal...
Sırça faldan bir fincana dökülüp
Isınmaya bırakılmalı...

Sıcaklık cehennemi az aşınca
Tekrar ateşe konup biraz soğutulmalı...

Öpücük kıvamında olmalı masal...
Tanımsız ısıda, sepserin ateş...

Ana dürtü çocuksu umut ya hani...
Uçurtma katmalı fincana
Torik misket atmalı
Ve elbette masalın resmi
Seksek çizgilerini andırmalı...


Dar sokaklarda gezinmeli düşler
Mamak cezaevini görmeden
İlk kavşaktan sola sapıp
Kondulara konuk olmalı masal...


Ki kapak resmi vitrine konmalı...

Önerilen satış fiyatı
Dilaltında törpülenmiş küçük çakıltaşı...

Bilmeli ki;
Masal dili tektir...
Hem de en kolay anlaşılanından
Anlamak için
Yeterlidir
Anadilde okumak....




13/09/2005
11:00 üfürükten tayyare





II- BİR MASAL NASIL YANILIR!

Tamda demin öptün beni
Ya da acaba?



Koşun...
Küçük kız elini arı kovanına soktu!
-gazeteler yazmadı, haberlerde geçmedi ki-
Tek geçen
Arı kovanıydı kendinden...

Bitti mi fener alayı?
Yok;
Ama tükenmekte mumun alazı
Soluk bir
“acaba”
Geride...

Tam da “bu an” dır, kalemin teklediği
Tereddüt alevden ejderha
Yakar kibritçi kızları soluğuyla...

Masalsa kağıtta yazan
Kalem tutmasını bilen herkes yazar
İnsanlar okur,
Çocuklar oynar,
Yazanlar,
Yanar!

An gelir
Sarmal düşünün çıkmazlarında
Kaybolan bir iskelete dönüşür yaşam

Evet sayın seyirciler ringin bir ucunda
Yılların namağlübü beyin,
Karşısında acemi yürek...

İlk raund az evvel sona erdi
Yürek tek puan önde...
Ve şu an
Baş başa gitmekte mücadele

Bilinçli bir kroşe geliyor
Yürek sendeliyor..
Sallanıyor...
Ve...
Düşüyor...


Nakavt...

Aşk
Yok
Galiba!

Yazar düşer dipnotunu şiirin sonuna
“bin yıllık bir problem şu bizim masal”

Oysa ki
Tüm sağlamalar kapalı

Ki sözeldir aşk...

Galiba...

13.09.05
14:00 üfürükten tayyare




III- BİR MASAL NASIL YAKILIR


Bak; artık ben senin tüm ölmüşlerinim
Bir masal nasıl yakılır?
Çok kolay;
“manyetolu çakmakla”

Söze sus geliyor artık
Dil düşüyor bedenden...
Anlam yitiyor
Albümde sade bir fotoğraf
Kaybolan film makarasından geriye.....

Es!

13.09.05
18:00 üfürükten tayyare

TEPİŞKEN MASTARLAR HALAYI


Artık yok, artık yok biliyorum. O en parlak yıldız o uçsuz semada hiç’e karıştı, hatta karışalı yıllar oldu. Gençlik geçlikte kaldı. Simalar paslandı, yüzünü göremiyorum boşuna baktıklarımın. Onlara diyesim o ki: yormasınlar beyinlerini, sormasınlar… Sesse bu konuştuklarım; duymasınlar!”

Sonralarda;
Varasım geliyor birden çatkapı
Varolasım
Varsayılasım.
Avaz avaz, ayaz ayaz bağırasım geliyor
Senlikten,
Şenlikten sarhoş haykırıyorum:
-Yağmur yağsın ey çekirgeler sürüsü gökyüzü-

Sen ki
Kendine kal
Beni sorma!

Sar!
Say!
Sal! Beni o uçsuz bucaksız düşülkesine
O kıyısı köşesi hesapsız yüzölçümüne
Mutlaksız
Reelsiz
Bomboşluğa…



Öteler; sanagelişçekimeki
Ki
Gelsin istiyorum o büyük sel
Beni alıp
Beni satıp
Beni katıp
Offf…
Varsam diyorum
Senlerle varım tek “na”
Yoksayılışım
Sensiz sessizliklerden…



Dur!
Durdur ve dinle
Alyuvarlarım haykırmakta:
Çıldırmak ve dünya üstündeki tüm çakıltaşlarına aldırmak vaktidir heey!”

Beynimde tepişken mastarlar halayı
Şu süregiden yaşam telaşını
Tek “tıp”la durdurmak derdindeyim

Bu mu?
Bu bir “hal”

Ki olağanüstü
Ki insan bu halin
Değil suyunu gözlerinden
İlla bir şey çıkacaksa
Tadını elerinden…

Şiir çöpçatan;
Yarın”a

1996- üfürükten tayyare

BAŞLARKEN;

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal, pireler berber iken.  Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, darbeler olur, insanlar asılırken, depremler sallar insanlar ağlar iken.

Hiç başlayamayan masallara özenen yazıcıların kaleminden kandamlarken, hayat gittikçe bayatlamakta ve ucuz mavralar dünyamızı kaplamakta iken, birden gökten elmalar yağmaya başladı, patır patır, sapır sapır yağan elma sağanağının altında hayatta kalmaya çalışan ellerin sözleridir okuyacaklarımız

Sürçi lisan olursa affola, afiyet ola...