Eskiden, çok eski zamanlarda Anadoluyu kasıp kavuran bir fırtına yaşanmış. 
Bir kırlangıç sürüsü bu fırtınaya havada yakalanmış ve o kargaşada birbirlerini 
kaybetmiş. Bizim masalımızın kahramanı olan kırlangıçta yalnız başına kaldıktan 
sonra bi süre daha rüzgarla birlikte sürüklenmiş sürüklenmiş ve ileride 
hayal meyal seçebildiği bir evin saçaklarının altına sığınarak fırtınadan korunmaya 
çalışmış. Fırtına dindikten bir zaman sonra Kırlangıç uyuyakaldığı saçaktan 
çıkmış ve çevresini incelemeye başlamış, burası şehir dışında, insanların yaşamlarından 
 yol açmıştı.Ağaçların dalları kırılmış, havadan 
yere çeşitli çerler ve çöpler dökülmüş, 
yeryüzünde düzenli olan her şey sanki fırtına 
isimli bir kürekle yerlerinden alınıp alt üst 
edilmiş ve altta olan her şey üste üstte olan 
her şeyse alta geçmiş. Kırlangıcımızın 
dikkatini küçük bir kız çocuğu çekmiş. 
Küçük kız boncuk gözleri ve kıvır kıvır 
saçlarıyla camdan  dolu dolu bakmakta 
ve  karşısında gördüğü dağınıklığın 
resmini çizmekteymiş. 
Merakını yenemeyen kırlangıç pencereye iyice yaklaşarak kızın elindeki resime 
şöyle bir bakmış ve bakar bakmaz içine sıcacık, umutlu bir şeyler aktığını 
hissetmiş. Kırlangıcımız o an küçük kıza tanımlanamaz bir duygu, bir yakınlık duymuş, 
daha önce böyle bir şey hissetmediği için bu hissin adını bilememiş, ama bu duygu 
bizim sevgi dediğimiz duygudan başkada bir şey değilmiş. Kırlangıcımız uzunca
 bir süre kıza kendini fark ettirmeden resmi seyretmiş ve dayanamayarak 
içindeki hayranlığı kızada belli etmek için derin bir “cik” demiş... Kuşun sesini 
duyan kız çocuğu pencereyi açarak kuşu avuçlarının içine almış ve “efendim” diyerek 
kuşla konuşmaya başlamış. Kırlangıçta kısaca başından geçenleri anlattıktan 
sonra kıza resminin ne kadar harika olduğunu söylemiş ve “nasıl oluyor da 
senin gibi bir küçük kız böyle “neredeyse” gerçek bir resimi çizebiliyor?” diye 
sormuş. Kız da cevaplamış “benim resimlerim neredeyse gerçek değil tamamen gerçektir. 
Çünkü benim gördüklerimi çıkıp yaşayacak, içinde dolaşacak gördüklerimin 
bir parçası olacak halim bile yok, değil halim...” Diye konuşurken kırlangıç kızın 
tekerlekli sandalyede oturduğunu ve bacaklarının bedeninin taşıyamayacak 
kadar minik olduğunu fark etmiş ve kızı sustururarak dolu dolu gözlerle eklemiş. 
“Evet seni anladım, sen yaşayamadığın gerçekleri çiziyorsun, yaşayamayıp 
yaşamak istediklerini, hatta yaşama şansın olsa bile yaşamak istemeyeceklerini 
mesela fırtınayı bile özgürce çizebiliyorsun, seni anlıyorum”.
O günden itibaren küçük kız çocuğuyla kırlangıcın yüreklerinde derin ve köklü 
bir sevgi yeşermeye başlamış. İki kaynaktan beslenen kocaman bir sevgi 
deresi olmuş yaşamları. Kırlangıç; çizemediği resimleri çizen kızın resimleriyle 
yeni bir dünyayı tanıyor, kız ise kırlangıcın ayakları ve kanatları sayesinde 
dünyanın görmediği yerlerinin bile tam tariflerini alarak muhteşem resimlerle 
ufkunu genişletiyormuş. Sanki iki ressamlı birer resim haline geliyormuş kırlangıcın 
anlatıp kızın çizdiği resimler. Sonra bir gün yaptıkları bir resmi gören iyi yürekli
 bir melek kırlangıcın rüyasına girerek kırlangıçla sohbet etmeye başlamış. 
-Sevgili kırlangıç, kız ile sevginize ve sevginizin meyvelerine herkes hayran kalıyor,
 bende bu mucizeye karşı bir melek olarak duyarsız kalamazdım. Şimdi sana önemli 
bir soru sormak istiyorum. Küçük kız için neyini feda edebilirsin?
Kırlangıç bir süre düşündükten sonra tereddüt bile eklemeden cevaplamış;
     -Ayaklarımı...
Melek; “ama” demiş “ama bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi? Eğer
 ayaklarını feda edersen bundan sonra hiçbir zaman yeryüzüne konamayacaksın, 
bunun farkındasın değil mi? “ 
Kırlangıç “evet” demiş, “evet farkındayım ama sevgimden daha değerli değil ayaklarım...”
Ertesi sabah ikisi içinde farklı bir günün habercisi olmuş doğan güneş. Kız yatakta 
şöyle bir gerindikten sonra bacaklarına takılmış gözleri çünkü eski cılız bacakları
 gitmiş yerine dolgun ve görevini tam anlamıyla yapabilecek güçlü iki bacak gelmiş. 
İlkönce şaşırmış ardından da hemen ayağa kalkmak için harekete geçmiş ve hiçbir 
zorlukla karşılaşmadan ayakta durabilmiş. O sırada uyanan kırlangıç sabahın ilk 
uçuşu için hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz havalanmış ve havada süzülürken 
birden bacaklarını fark etmiş, incecik bacaklarını ve o an düşünün gerçek 
olduğunu anlayarak kızı görmek için evin camına doğru süzülmüş. Kız da tam o 
sırada onu camda beklemekteymiş, hem de ayakta! Kız evin dışına çiftliğin 
bahçesine çıkarak neşeyle dansetmeye başlamış, kırlangıç ise aynı heyecanla 
kızın başının üstünde neşeli daireler çizmekteymiş. 
Bir süre sevinçle kızın yürüyüşünü kutladıktan sonra ikisi de neşeyle dünyanın 
tanımadıkları köşelerini tanımak amacıyla çantalarını hazırlayıp doğuya
 doğru yola çıkmışlar. Kız yürümüş,, kırlangıç havada süzülmüş ve en gerçek 
resimlerin bile üstünde bir güzellikle dünyanın en güzel resimlerini yapmışlar, 
ve dünyanın renkliye boyanmamış yerlerini sevgileriyle boyamaya devam etmişler. 
Sonsuza dek...
2005- Ankara
Üfürükten Tayyare
